"Sonbahar sırtındaydı onun: ve bir kez daha
ıssız gölün kıyısında beraberdiler şimdi."
William Butler Yeats
Anıları anlar olarak hatırlarken zamanları duyumsadığımda hepsinin birbirini izlemesini bekliyorum. Ve çoğu birbirini izlemiyor; yağmur, ya önce yağmış oluyor, ya o anda yağıyor. Islaklık o anda belirgin fakat bir süreç değil mi aslında? Bunu düşünerek yağmurun yağdığı anları bilemiyorum, ama yağmurun yağdığını biliyorum ve bu anın sonrasında değil öncesinde yağdığını düşünebiliyorum. Peki bilebiliyor muyum?
Sonra diyor ki: "Tekrar aynı şeyleri yaşarsam bu defa nasıl altından kalkarım?"
Yağmur o an yağmıyor, o an önlerinde sıcak çaylar, yanlarında parlak deniz var. Ama esasında o anda yağmur var; çünkü ben baktığımda, yani eskilere baktığımda, sadece yağmuru görmekle kalmıyor, o havayı hissediyorum. Arkama yaslanıp yeniden izliyorum. Karanlıkta deniz kokusu ve şehrin ışıkları saklı. O anın öncesinde ne var biliyorum ya, tuhaftır apayrı oluşları ve daha tuhaf mıdır bilmem, gecenin karanlığında aydınlık olanı görüyorum da karanlıkta buruklaşıyor tadı. Boğuldukça kaçıp deniz kıyısında nefes almak istiyorum, işte denizin ortasındayken hele düşünün nasıl nefes alıyorum. Tek bir an ne kadar uzun sürebilirse o kadar uzun sürüyor ve hemen bitiveriyor sonrasında. Tekrar, tekrar..
Karanlıkta yağmurun ıslaklığını duyduğumda o iki parlak ışık beliriyor yeniden. Sonra ait olduğumu hissedeceğim bir yer arıyorum. Bembeyaz bir odada gözlerimi açışımı görüyorum, uzaktan görüyorum. Tahmin ettiği şeyi söylememi bekleyerek ve söylemememi isteyerek bakıyor. Karanlık tüm ışıkları örtüyor, deniz kokuyor, eskiden koktuğu gibi mi bilemiyorum. Her şeyin zamanı var dedikçe zaman geçmek bilmiyor. Denize kaçmak istiyorum. Peki yapabiliyor muyum?
Sonra diyor ki: "Öyleyse neden bizi öldürmedin?"
0 yorum:
Yorum Gönder