Bu öğlen edebiyat sınavımız vardı ve adamcağız elimize bi sürü anı kitabının adı yazan bir liste vermişti seçin iki tanesini diye. Kaç gündür aklımdaydı bu, kitaplara baktım baktım, ikisi dışında hiç çekici gelmedi diğer kitaplar. O ikisi de benim için vakti gelmemiş kitaplardı. Düşündüm de, ben okumak için yanıp tutuşarak aldığım ve hemen yanıbaşımda duran binlerce kitabı okumamışken henüz, nicedir oturup adamakıllı kitap okuma fırsatı da bulmuşken, neden başka listelere bağlı kalayım? Aynen öyle sevgili okur, adamın listesinden okumadım ama sınavda iki anı kitabından bahsettim uzun uzun. Biri Pavese'in Yaşama Uğraşı, diğeri ise Tezer Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk'u. Sınav kağıdın altına da yüzlerce satırlık bir not yazdım. Pavese'den bahsedip de Tezer'den bahsetmeden edemezdim, şimdiye kadar onun hakkında pek çok başarısız yazı girişimlerim olduysa da hiç yazmamıştım, ilk defa yazıyorum ve onun hakkındaki bu yazımı da oldukça başarısız buluyorum vs. diye. Ama gerçekten, benim için hakkında yazılması en güç kişi sanırım. Bilmiyorum.
Ha bir de...
Ne zamandır ertelediğim bir mesele var, aklıma her geldiğinde kendimi inanılmaz sorumsuz hissedip her unuttuğumda rahatlıyorum. Yapmak istemediğimden değil, sadece olması gerektiği şekilde yapamayacağımdan korkuyorum. Zaman dert değil ama ölmeden sözümü tutsam iyi olacak..
"Her söylenen söz, bir biçimde insanın kendi kendini onaylaması.."
Güzel havalar insanı yoruyor biraz, Orhan Veli de bundan yakınıyordu sanırım.