"Let the day perish wherein i was born, and the night in which it was said, There is a man child conceived." - The Book of Job 3:3
-Anlaştık, dedi.
Eyüb'ü çocukluğumuzdan beri tanırım. O zamandan bu yana kaç yıl geçtiğini hiç saymadım. Geceleri uyku tutmadığında sıcak yatağından kalkıp ne zaman yaptırdığımızı dahi hatırlamadığım anahtarıyla, benim kapımı açan o metal parçasını sessizce kilidin içinde iki kez çevirerek evime ve sonra da odama kadar gelecek ve başucumdaki eski yeşil koltuğa oturup beni uyandırmayacak kadar sakin bir sesle aklında ne var ne yoksa saatlerce anlatacak kadar yıl geçmiş olmalı.
Tek başıma yaşıyorum sayılır, evi benimle paylaşıyor gözüken babamın alkollü ve bitkin olarak gelip ayda birkaç kez yalnızca odasında geçirdiği birkaç saat ile Eyüb'ün varlığı ancak hissedilebilen ziyaretleri haricinde bu evde benim dışımda kimse olmaz. Deniz ve alkol kokan o yaşlı adamın varlığını unutmamız asla mümkün olamayacak sanıyorum, ki yaşadığı sürece de bu zavallı halinden asla kurtulamayacak. Tüm yorgunluğuna ve içtiği şaraplara rağmen gözlerine uyku girmeyen, bir gece hayatını ve hayatlarımızı bir şarap şişesine hapsedip açık denize bırakan bu adam; benim babam. Eyüb'ü de geceleri pek uyku tutmaz, haftalarını benim odamdaki o yaşlı koltukta uyuduğu birkaç saatlik uykuyla geçirir. Bense uyumayı bilirim ancak.
Konuşmaktan bitap düşüp uyuduğu o koltuğu Eyüb'ün odasından zorlukla çıkardığımız ve mahallenin yarısını yürüyerek benim odama kadar taşıdığımız o tekinsiz yaz gecesinin üzerinden kaç yıl geçtiğini de hiç saymadım. O gece sıcak bir başka yakıyordu içimizi, ay gökyüzünün en karanlık yerinde gizlenmişti. O karanlık geceyi içimden hiçbir zaman atamadım, ancak yalnızca uykularımda susuyordu o karanlık.
-Anlaştık, dediğini duyduğumda uyku perdesiyle örtülü göz kapaklarım ağır ağır aralandı.
O an evin içinde dengesizce ilerleyen ayak seslerini duydum. Önce yaklaştı sesler ve gürültüsü fark edilir bir çekingenlikle azaldı, birkaç saniye odamın açık kapısı önünde duran korkutucu bir yaratığa dönüştü ayak sesleri, sonra yeniden yavaş yavaş gürültülü bir dengesizlikle bağırmaya devam etti. Açılan ve sertçe hiç beklenmeden kapanan ahşap bir kapı, onun da ardından gelen sessizlik.
-Ne için anlaştık, diye sordum uykudan kalınlaşmış sesimi olabildiğince kısık tutarak.
Eyüb ayaktaydı. Bir süre ne cevap verdi ne de hareket etti. Yatakta doğruldum, ağrıyan sırtımı duvara yaslayıp gözlerimi kısarak izledim onu. Uzun ve rahat uykularından ilkini uyuyacağı gece gelmişti, artık yapması gerekeni yapacaktı, buna dair hiçbir konuşma yapmamamıza rağmen bir gün yapacağını hissettiğim şey şu an Eyüb'ün zihninde dönüp duruyordu.
Çılgınca şeyler yapmak için önce sakin olması gerektiğini biliyor o, ben de az sonra olacakları biliyorum. Gözlerimi kapadım, neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmemek için eski yeşil koltuğu odama taşıdığımız günü düşündüm. Eyüb'ün uykusuz gecelerinin ilki olan o geceyi, alkollü bir adamın teknesinde güzel bir gün geçirmiş olan iki çocuğu ve asla geri gelmeyecek güzel insanları...

Gözlerimi açtığımda Eyüp odada değildi, geldiği gibi ses çıkarmadan odadan çıkmış, ahşap kapıyı sakince gıcırdatarak açmıştı bile. Evin tek sahibi olacağım günler başlıyordu. Eyüb'ü bir daha görmeyecektim. Yapması gerekeni yapıp gidecekti. Asla geri dönmemek üzere.
"The murderer rising with the light kills the poor..." - The Book of Job 24:14
0 yorum:
Yorum Gönder