skip to main | skip to sidebar
Fotoğrafım
fortunato
aslında..
Profilimin tamamını görüntüle

...
Çömlekçi söyle bana,
nasıl bulunur gizli bir liman,
insan kendinden bunca korkarsa
...


Mazi

  • ▼ 2012 (4)
    • ▼ Ekim (1)
      • Ya da kim kapadı denizi kapılarla..
    • ► Ağustos (1)
      • Where do i begin..
    • ► Temmuz (1)
      • Dönüş..
    • ► Şubat (1)
      • Yedi kez çağıracağım seni..
  • ► 2011 (19)
    • ► Temmuz (4)
    • ► Haziran (2)
    • ► Mayıs (3)
    • ► Nisan (2)
    • ► Mart (3)
    • ► Şubat (2)
    • ► Ocak (3)
  • ► 2010 (13)
    • ► Aralık (3)
    • ► Kasım (1)
    • ► Ekim (2)
    • ► Eylül (1)
    • ► Temmuz (1)
    • ► Mayıs (1)
    • ► Nisan (1)
    • ► Şubat (1)
    • ► Ocak (2)
  • ► 2009 (17)
    • ► Aralık (1)
    • ► Kasım (3)
    • ► Eylül (1)
    • ► Ağustos (2)
    • ► Temmuz (7)
    • ► Haziran (2)
    • ► Nisan (1)

...
Yoksa bir an için bile olsa,
Senin kalbinin yanında
Olmak için mi yaratılmış?
...


Başka Dünyalar..

  • Yirmi İki Eylül

Siluetler

Mahzen

İnsanın başkasına söyledikleri, kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir. (Tezer Özlü)

Ya da kim kapadı denizi kapılarla..

22 Ekim 2012 Pazartesi

"Let the day perish wherein i was born, and the night in which it was said, There is a man child conceived." - The Book of Job 3:3


-Anlaştık, dedi.

Eyüb'ü çocukluğumuzdan beri tanırım. O zamandan bu yana kaç yıl geçtiğini hiç saymadım. Geceleri uyku tutmadığında sıcak yatağından kalkıp ne zaman yaptırdığımızı dahi hatırlamadığım anahtarıyla, benim kapımı açan o metal parçasını sessizce kilidin içinde iki kez çevirerek evime ve sonra da odama kadar gelecek ve başucumdaki eski yeşil koltuğa oturup beni uyandırmayacak kadar sakin bir sesle aklında ne var ne yoksa saatlerce anlatacak kadar yıl geçmiş olmalı.

Tek başıma yaşıyorum sayılır, evi benimle paylaşıyor gözüken babamın alkollü ve bitkin olarak gelip ayda birkaç kez yalnızca odasında geçirdiği birkaç saat ile Eyüb'ün varlığı ancak hissedilebilen ziyaretleri haricinde bu evde benim dışımda kimse olmaz. Deniz ve alkol kokan o yaşlı adamın varlığını unutmamız asla mümkün olamayacak sanıyorum, ki yaşadığı sürece de bu zavallı halinden asla kurtulamayacak. Tüm yorgunluğuna ve içtiği şaraplara rağmen gözlerine uyku girmeyen, bir gece hayatını ve hayatlarımızı bir şarap şişesine hapsedip açık denize bırakan bu adam; benim babam. Eyüb'ü de geceleri pek uyku tutmaz, haftalarını benim odamdaki o yaşlı koltukta uyuduğu birkaç saatlik uykuyla geçirir. Bense uyumayı bilirim ancak.

Konuşmaktan bitap düşüp uyuduğu o koltuğu Eyüb'ün odasından zorlukla çıkardığımız ve mahallenin yarısını yürüyerek benim odama kadar taşıdığımız o tekinsiz yaz gecesinin üzerinden kaç yıl geçtiğini de hiç saymadım. O gece sıcak bir başka yakıyordu içimizi, ay gökyüzünün en karanlık yerinde gizlenmişti. O karanlık geceyi içimden hiçbir zaman atamadım, ancak yalnızca uykularımda susuyordu o karanlık.

-Anlaştık, dediğini duyduğumda uyku perdesiyle örtülü göz kapaklarım ağır ağır aralandı.

O an evin içinde dengesizce ilerleyen ayak seslerini duydum. Önce yaklaştı sesler ve gürültüsü fark edilir bir çekingenlikle azaldı, birkaç saniye odamın açık kapısı önünde duran korkutucu bir yaratığa dönüştü ayak sesleri, sonra yeniden yavaş yavaş gürültülü bir dengesizlikle bağırmaya devam etti. Açılan ve sertçe hiç beklenmeden kapanan ahşap bir kapı, onun da ardından gelen sessizlik.

-Ne için anlaştık, diye sordum uykudan kalınlaşmış sesimi olabildiğince kısık tutarak.

Eyüb ayaktaydı. Bir süre ne cevap verdi ne de hareket etti. Yatakta doğruldum, ağrıyan sırtımı duvara yaslayıp gözlerimi kısarak izledim onu. Uzun ve rahat uykularından ilkini uyuyacağı gece gelmişti, artık yapması gerekeni yapacaktı, buna dair hiçbir konuşma yapmamamıza rağmen bir gün yapacağını hissettiğim şey şu an Eyüb'ün zihninde dönüp duruyordu.

Çılgınca şeyler yapmak için önce sakin olması gerektiğini biliyor o, ben de az sonra olacakları biliyorum. Gözlerimi kapadım, neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmemek için eski yeşil koltuğu odama taşıdığımız günü düşündüm. Eyüb'ün uykusuz gecelerinin ilki olan o geceyi, alkollü bir adamın teknesinde güzel bir gün geçirmiş olan iki çocuğu ve asla geri gelmeyecek güzel insanları...


Gözlerimi açtığımda Eyüp odada değildi, geldiği gibi ses çıkarmadan odadan çıkmış, ahşap kapıyı sakince gıcırdatarak açmıştı bile. Evin tek sahibi olacağım günler başlıyordu. Eyüb'ü bir daha görmeyecektim. Yapması gerekeni yapıp gidecekti. Asla geri dönmemek üzere.



"The murderer rising with the light kills the poor..." - The Book of Job 24:14

Tweet

Gönderen fortunato zaman: 10/22/2012 05:14:00 ÖÖ 0 yorum    

Where do i begin..

21 Ağustos 2012 Salı

Ben beklerim, dedi, doğru yer ve zamanda ölene kadar yaşamak gibi biraz, beklerim ben ve bundan da hiç gocunmam. Sonra sustu, elinde her ne vardıysa çantasına koydu ve dosdoğru karşıya baktı. Konuşmayacaktı, hala söyleyecekleri vardı ama konuşmayacaktı. İzlemeye devam ettim, kimsenin fark edeceği yoktu, sessizlik beni bile germeye başlamışken konuştu karşısındaki: Bunların hepsi hikaye, dedi, beş para etmez. Başı ve sonu aynı cümlelerle kurulu filmlerde duyarsın, hiçbir şey değişmez. Önümdeki suyla dudaklarımı ıslattım. Genç adamın cevabı hiç hoşuma gitmemişti, kızsa hiçbir şey söylenmemiş gibi bakmaya devam etti. O kadar uzun bir sessizlik oldu ki izlediğim fark edilecek diye kımıldamaya dahi cesaret edemedim. Oysa sadece görüş alanımın tam ortasındaydı masaları, gözümü ayırmadan bakmam dışında hiçbir tuhaflık yoktu yaptığımda. Ve bunu düşünerek ben de onlara dahil olmuştum işte, olanca tuhaflığın içinde normaldim ben de. Neden sonra, konuştu genç adam. Belki, dedi, sadece olabildiği gibi oluyordur her şey, kendi yazdığımız bir kitap değildir de oynadığımız bir piyestir. Bilmeden oynadığımız bir piyes mesela ve hatta belki de, dedi bana dönerek ki o anki şaşkınlığımı görmeliydiniz, benim rolümü bir başkası oynamalıydı şu anda ancak ben onun adilce daha uygun olduğu bu rolü bilmeyerek ondan çalmış bile olabilirim. Yeniden kıza döndüğünde, ikimiz de kızla göz göze geldik. Ben beklerim, dedi genç kız, doğru yer ve zamanda ölene kadar yaşamak gibi biraz, beklerim ben ve bundan da hiç gocunmam. Sonra sustu, elinde her ne vardıysa çantasına koydu ve dosdoğru bana baktı. Söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki hangisinden başlayacağımı bilemedim. Bekleme, dedim, çünkü ben olsam artık beklemezdim.

Tweet

Gönderen fortunato zaman: 8/21/2012 07:38:00 ÖS 0 yorum    

Dönüş..

12 Temmuz 2012 Perşembe

Bu eve uzun zamandır uğramamıştım. Bir bakıma, geçmişte kendimi rahatlatmak için içinden çıkmak bilmediğim yer şimdilerde yabancı sıfatıyla anılacak hale gelmişti.
Neden?
Ben neden buraya sırtımı döndüm?
Sırtımı yaslayacak daha iyi bir yer mi buldum?
Belki biraz evet. Ama her biraz evet gibi biraz da hayır.
Öyleyse hala; neden?
Anlatmak istediklerim mi tükendi?
Mümkün mü ki bu?
Öyleyse hala, hala neden?
Beni buraya küstürecek ne olabilir?
Ne? Neden? Niçin?
Şimdiyse ağır ağır çıkıyorum merdivenleri. Ahşap merdivenler, beton merdivenler, demir korkuluklar yada olmayan korkuluklar. Ne hatırlıyorum ne de seçebiliyorum bu karanlıkta, biraz korkarak basmaya yada elimi uzatmaya. Bastığım yer dışında bir yere değmekten çekinerek. Yabancı, demiştim. Belki de zaten her şey bambaşkadır şimdi eskiye kıyasla, hatırlamanın bir önemi yoktur belki, yada herkes değişmiştir tamamen, benim gibi. Belki. Ben değişmişsem, değişmiştir herkes benimle.
Yalan. (yada inanılmadan söylenmiş bir söz)
Hangisi?
Ne fark eder?
Eder mi?
Önemli mi?
Merdivenlerin sonuna geliyorum. Son basamak diğerlerinden birkaç santim daha yüksekçeymiş. Sanki anımsıyorum bunu. Belli belirsiz. Her anı biraz belli belirsiz gözümün önünde. Kafamın içinde. Belleğimde.
Solgun? Her ne ise.
Herkes her şeyi unutur neticede, herkes herkesi... Belki evet, belki hayır. Ama unutur yine de, insan. Eskisinden daha az hatırlar bazen, yorulur da belki de ondan olur. Kim bilir?
O son yüksek basamakla birlikte ayak izleri de bırakıyor adımlarımı takip etmeyi. Çünkü merdivenin ulaştığı bu yazı odasında zamanın akışı bambaşka, ve tertemiz bu oda. Ahşap masanın (burada gözün her şeyi seçebileceği kadar ışık var açıkça) üzerinde zarafetle duran mağrur bir gaz lambası! Eskilerin bilgeliği, yeniliğin ihtişamı ile yanmamasına rağmen neredeyse odayı aydınlatıyor diyeceğim.
Alt tarafı bir gaz lambası olmasın?
Onda bir adamın sahip olmadığı onur var, tüm bu karanlığın içinde, başı dik.
Alt tarafı "yanmayan" bir gaz lambası?
Bunca uzaklığa ve unutulmuşluğa rağmen yanmaması için hiçbir neden yok oysaki.
O zaman yansın!?
Elbette yanacak!
Odanın içinde parlayan o ilk ışık demeti bir efsun gibi hayat verdi eşyalara. Halbuki gözün gördüğü ama beynin seçemediği, yada gözün önündekini beyne iletemeyeceği kadar kısa bir andır o ilk ışık demetinin yayılışı. İşte, zamanın işleyişi imkansızı olur kılıyor ya bu odada. O yüzden mümkün değil mi tüm hayatlar bu masanın başında. Bir masa evet; ve bir tomar kağıt, ve de oldukça eski bir dolmakalem vardi o masanın üzerinde, şimdi görkemli bir aydınlığın kaynağı olan gaz lambasının haricinde.
Ne zamandır oturmamıştım o masanın başına?
Sadece bu eve uğramadığımdan beri mi?
Sahi, ne zaman unutmuştum bu evi?
Merdivenlerde göremediğim ancak kokusunu aldığım tozdan bir halı oluşturacak kadar uzun bir süre mi? İnsan yaşamında ne kadar uzun bir yere sahip öyleyse, veyahut ne kadar kısa insan yaşamı, bahsettiğimiz.  Öyleyse başka hiçbir şeyin önemi yok bu evin bu odasının içinde o masanın başında oturmuş malum dolmakalemi tutan meçhul elin varlığında.  Mümkün olan her şey burada. Bu masanın başında.
Geriye kalan hiçbir şeyin önemi gerçekten kalmıyor mu?
Hiçbir şeyin ve hiç kimsenin.
Artık zaman geldi.

Tweet

Gönderen fortunato zaman: 7/12/2012 01:10:00 ÖS 1 yorum    

Yedi kez çağıracağım seni..

21 Şubat 2012 Salı

-Gözlerini açık tut.
-Gözlerini açık tut.
-Gözlerini açık tut. 

Uzun gecelerin sabahları kısa olur. Uzun gecelere alışığım, son yıllarımın çoğunu bu şekilde geçirdim. Bu şekilde, bitmek bilmeyen gecelerle. Sabahın gelmediğine hiç şahit olmadım. Her gecenin bir sonu vardır, bir tüketeni, yerine geçeni, adı her ne ise her günü canlı kılan bir döngü bu. Bildiğimiz her şeyden aşikar bir son ve bir başlangıç özünde; ki yine gün geceyi boğacak, birkaç saat içinde güneş doğacak. 

Belki karanlığın çözünmesinden daha mühim sorunlara yoğunlaşırsam, belki bunu başarabilirsem, daha iyi bir yer bulabilirim kendime, daha güvenli bir yer, neden ihtiyacım olduğunu bilmeden, ihtiyacım olup olmadığını bilmeden, önemsemeden, olması gerektiği için aradığım, olması gerektiğini sandığım için gerekliliğine inandığım. Daha mühim sorunlara yoğunlaşıyorum. Şu olabilir mesela: Yeni güne gecenin karanlığında mı, yani üç ibre de itinayla üst üsteyken, tam on ikinin üzerinde üst üsteyken, üçü bir gibi dimdik dururken ve bu görüntü kusursuz haliyle on iki sayısının üzerinde ancak on iki saatte bir yakalanabilecek kadar özelken, ki koskoca on iki saat burada bahsettiğim, asırlık insan hayatı on iki saniyede yok olabiliyorken on iki saat öylesine muazzam ya işte bu muazzam zaman dilimini işaretleyen ve buna dahil olup aynı zamanda da hariç kalabilen o an, tüm ibrelerin on ikiyi işaretlediği gece vakti, yeni günün başlangıcı bu olabilir mi, yeni güne bu gecenin yoğun karanlığında mı adım atıyoruz? Yoksa gün sabaha gözümüzü açtığımız o ilk yarı uyanık anın biraz öncesi, nice adamın o baştan çıkaran davetkar yatağa, uyuşturan güzelliğiyle çağıran karısının sıcacık koynuna dönüp orada o an huzur içinde gözlerini son defa yummanın özlemini duyduğu, kendini iki koyu renk perdenin buluştuğu o ince aralıktan yatağa düşen altın rengine aldanarak uyku sarhoşu haliyle pamuktan da olsa cennetin ta kendisi olduğuna inandığı o yere sırtını dönmenin pişmanlığıyla cezalandırmak için suratına bir avuç dolusu su vurarak bu her daim kışkırtan zevkten bir adım uzaklaştığı o andan biraz, yalnızca biraz öncesi, o turuncu ışık demetinin öncüsü ufukta ilk belirdiğinde saat kaçı gösteriyorsa, diğerleriyle birlikte bir yarışa giren ve insanı oluşturan o ilk hücre gibi binlerce benzerine yalnızca şans eseri bir fark atan o ilk ışının göze görünmeyen ilk anı ile, yani gün kendini sabaha gebe bırakacak o ilk ışının karanlığı fethi ile mi başlıyor?


-Gözlerini açık tut. 


Tweet

Gönderen fortunato zaman: 2/21/2012 10:10:00 ÖS 2 yorum    

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Blog Design by Gisele Jaquenod

Work under CC License.

Creative Commons License