i
O sabah, orada, bir başıma
Var mıydım, yok muydum, anlamıyordum ki
Kalakalmış gibiydim aklımda.
viii
Tanrının düşüyüz, dedi, o yaşlı adam
Bizi unutunca ölüyüz
Basbayağı bir ölü
Bilmem ki bu sözleri ben
Hangi sözle buluşturdumdu o zaman.
x
Üç büyük gemi rıhtımda
Üçü de beyaz, bembeyaz
Yönünü bilmeyen kuşlar gibi ben
Anılarla donatacağım
Bu tanımadığım kenti, ayak basar basmaz.
Edip Cansever
Armalar
30 Mayıs 2011 Pazartesi
Gönderen fortunato zaman: 5/30/2011 01:20:00 ÖS 0 yorum
Ve..
16 Mayıs 2011 Pazartesi
Onu öldürdük- sen ve ben.
Biz, hepimiz onun katilleriyiz.
Ama bunu nasıl yapabildik? Denizi nasıl içebildik?
Tüm ufukları emen süngeri bize kim verdi?
Dünyayı güneşten kopardığımızda ne yaptık?
Nereye gidiyor şimdi? Nereye gidiyoruz şimdi? Tüm güneşlerden uzak!
Sürekli batmıyor muyuz? Geriye, yanlara, öne, her yöne? Var mı yukarıda?
Veya aşağıda kalan? Sonsuz bir hiçlikle başıboş değil miyiz?..
Tanrı ölüdür.
Tanrı geride ölümü bıraktı.
...ve biz onu öldürdük.
Gönderen fortunato zaman: 5/16/2011 04:10:00 ÖS 0 yorum
Kızıl Ölümün Maskesi
5 Mayıs 2011 Perşembe
"Neler yapıyorum bilmek istiyordu. Uzunca bir süre oturdu ve vaktinin daha verimli geçmesini nasıl sağlayabilir diye düşündü. En sonunda bunu yaparken de vakit kaybettiğini fark edip düşünmeyi bıraktı. O gün bu gündür düşünme eylemini yalnız başına uygulamıyor." Tanımadığım biri bu manasız cümleleri kurarken ben soğuk havanın uykumu açmasını bekliyorum. Bir sürü tanımadığım insan içerisinde iki tanıdıkla duruyorum. On dakikamız var. Çoğu zaman on dakikadır. Uzatabilirsin, genellikle sorun olmaz. Ama ben gecikmek istemiyorum. Belki de sorun olmayacağı için. Sabahları erken kalkma olayını hiçbir zaman sözlü bir şekilde desteklemesem de değerli olduğunu itiraf ediyorum. Yalnız benim sahici uyanıklık olarak adlandırabileceğimiz o beyin dalgalarına geçişim biraz uzun sürüyor. Kabaca yani. Bu nedenle pek sık söyleyemiyorum erken kalkmanın belli bir şekilde hoşuma gittiğini. Bazen bunu dile getiremeyecek kadar uykulu olabiliyorum üstelik.
Aslında birkaç fincan kahve, bir paket çikolata ve bir gazete ile sabahın erken saatlerini keyifle geçirebilirim. Ancak bu on dakikalık moladan önceki elli dakikadan da oldukça keyif alıyorum ve sonraki elli dakikaya gecikmem istememem bundandır sanıyorum. Hala oldukça erken, rutinimde böyle sabahların günleri de uzun sürdüğünden çokça şey hatırlayabilirim. İlk elli dakika veba ile geçiyor, ve pek çok ilgili ayrıntıyle destekleniyor. Çoğunlukla böyle değildir. Şimdi ne kadar basit, o zamanlar insanlığı kırıp geçiren bir korku Veba... Kızıl Ölümün Maskesi?
O sırada tanımadığım başka biri Japonya'daki insanların 'inanılmaz' ayırt edici tipte olduğu halde ülkemizdeki insanların 'inanılmaz' karışık tipte olduğundan yakınıyor. Buna sunduğu gerekçeyi söylemeye dilim varmıyor. Hala o yorgun uyku halini üzerimden atmaya çabalıyorum, ancak bu uykunun kendisi kadar pasif ve tatlı bir çaba. Aklıma Japonya'daki deprem geliyor, insanların fenotipinden evvel bu geliyor. Depremle birlikte temiz su kaynaklarının tükendiğini anımsıyorum. Olabilecek yada olmakta olan salgınlar... On dakikanın dolduğunu hatırlatan arkadaşlarla beraber yerlerimize geçmek için tanımadığımız o güruhtan uzaklaşıyoruz. Birkaç dakika sonra konuşulan konu yeniden uykumu açmaya başlıyor. Dramatiktir, diyor, çok olmadı, 2010'da Haiti'de depremin ardından kolera pandemik olarak görüldü.
Gönderen fortunato zaman: 5/05/2011 05:48:00 ÖS 0 yorum