Farkında olarak delirmek gibiydi. Aramız gittikçe kötüleşiyordu ve ben de bunu memnuniyetle izliyordum. Yine de ikimiz de bunu Aslı’ya belli etmiyorduk. Bir oyundu Metin’le oynadığımız, herkes birbirinin önüne geçmeden rol yapmaya devam ediyor, hakemin kimi seçeceğini bekliyordu.
Hatırladığım ilk anılardan itibaren benimleydi Metin. Oynadığımız oyunlar hep masumcaydı. Şimdiyse hayatlarımızla oynadığımızı bilemedik. Bilemedim.
O boğuk restorandaki rahat masalardan birinde oturuyorduk. Aslı yanımda, Metin de onun karşısında, sadece oturuyorduk. O an tüm restoranda bizden başkası yoktu, algılayamıyorduk. Gerginlik yayıldıkça daha da boğuluyorduk. Aslı yanımda oturuyordu, dayanamıyordum.
O, beni seviyordu, yalnızca birkaç yıldır tanıdığım bu kızı en az Metin’i okuyabildiğim kadar okuyabiliyordum. Beni seviyordu, gözlerinde görüyordum. Ve haklı olarak çekiniyordu, çünkü o da Metin’in gözlerinde aynı şeyleri okuyabiliyordu. Aramızdaki bu garip ilişki sizi yanıltmasın, herkes birbirini öyle önemsiyordu ki mutlu olmak için hiçbir çaba sarf etmiyordu. Benim mutluluğum, Metin’i mutsuz edecekti; aynı şekilde onun mutluluğu da beni. Buna da katlanabilirdik belki ama…
Ama ben oyunun kuralına uyarak beklemeye devam edemedim. O gün o boğucu restoranda Metin’i bir defa öldürdüm. Aslı’nın elini tutum ve O’nu öptüm. Beni seviyordu, demiştim. Doğruydu. Böylelikle ben kazandım, ama hile yapmış olmanın verdiği utançla birlikte…
Metin ise tahmin edileceği gibi yıkılmıştı ve kendini restoranın dışına nasıl atacağını bilemedi. Peşinden koştum, ne amaçla olduğunu bilmiyorum, ama peşinden koştum… Sadece koşuyordu ve benim zayıf ciğerlerimin onu daha fazla kovalamaya gücü yoktu. Yine de çılgınlar gibi koşmaya devam ettik, ter içinde ve nefes nefeseydik. Neyse ki Metin yavaşlamaya başlıyordu, ağlamak ve koşmak başlı başına iki ayrı yorucu işken, insan vücudunun ikisini birlikte kaldırması pek de kolay sayılmaz elbette.
Aniden durdu ve sokağın yanındaki alçak demir parmaklıklara yaslandı, dizlerinin üzerine çökmüş, apartmanın bahçesine doğru eğilmiş, parmaklıkları destek olarak kullanmıştı. Ne yaptığına anlam verememiştim ilk başta, ama kusuyordu, evet. Çoğu insan sarsıcı bir olayın ardından vücudunun bu tepkisini garip karşılar, ama düşününce vücudun kendi kendini temizleme çabası oldukça normaldir. Metin’in vücudu da bu çaba içerisindeydi, ne yazık ki kusmak sadece biraz daha kendini kaybetmesine sebep olmuştu.
O kendini kaybetmişlikle yanı başında durmuş nefes nefese kendisini izleyen beni fark etti ve olanca gücüyle üzerime atladı. Beklemediğim bir şekilde yer yuvarlandım ve Metin’in art arda gelen yumruklarından korunmak için dahi hiçbir çaba harcamadım. Haklıydı, bana vurmak, beni öldürmek hakkıydı; ama Aslı’yı kazandıktan sonra buna izin veremezdim.
Bu düşünceyle Metin’in savruk yumruklarından kendimi kurtardım ve onu üzerimden atmayı başardım. Öylesine bitkindi ki düştüğü yerden kaldırmadı kafasını, sarsıla sarsıla ağlamaya devam ediyordu. Beklemezdiniz, böyle bir manzarayı görmeyi tahmin edemezdiniz. Koskoca adam, çaresizce ağlıyor, kendini tüketiyor, parçalanıyor, bitiyordu. Ama Metin böyle bir adamdı işte, belki de bu yüzdendir kalkıp ona vurmaya başladım. Daha fazla kendini tüketmemesi için, yanlış anlamayın. Yoksa yediğim dayağın intikamını falan düşündüğümden değil, düşünemezdim, hak etmiş ve buna rağmen engel olmuştum.
Şimdiyse kendine gelebilsin diye ona vururken dahi tüm bunları hissetmediğini fark ediyorum. Neden mi? Çünkü Metin’in zayıf bir kalbi vardı ve bunca çabaya yenik düşüyordu. Ağlaması çılgınca bir nefes alma çabasına dönüştüğünde Aslı arabayı yanımızda durdurdu ve hemen arabadan inerek bize doğru yaklaştı. O sırada benim kanlar içerisindeki yüzüme bakarken gözlerinde gördüğüm ifadeyi ömrüm boyunca unutamam, o birkaç saniyelik bakışın ardından Metin’e çevrilen gözleriyle kendime gelmem arasında sanki asırlar vardı.
Hastaneye gittiğimizi söylemese de biliyordum elbette, Metin kendinde olsa arka koltukta Aslı’nın kucağında yattığı bu anlar için de gözyaşı dökerdi muhtemelen ama kendinde değildi ve büyük olasılıkla hastaneye yetiştikten bir süre sonra ancak kendine gelecekti. Sonuçta ben bir doktordum, ama yediği dayakla bilinci kapanmaya başlayan bir doktorun arka koltukta yatan hastaya hiçbir faydası olmamasından öte, ölümcül zararları da olabiliyormuş.
Kötü bir kazaydı, nasıl olduğunu hala hatırlamıyorum fakat anlatılanlara göre o kamyonun altına yalnızca uyuyakalan biri girebilirmiş, fakat bu Metin’i geri getirmiyor. Evet, maalesef o kazada Metin hayatını kaybetti, ve Aslıyla ben de birer parçamızı kaybettik. Metin’i ve birbirimizi kaybettik.
Metin’i ve birbirimizi…
Hile
30 Aralık 2009 Çarşamba
Gönderen fortunato zaman: 12/30/2009 12:29:00 ÖÖ 0 yorum
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)