Söylenecek bir sürü şey vardı, ama kendi kendime o kadar çok tekrarladım ki artık birkaç basit düşünce haline geldiler, eskidiler, soldular ve ben onları yazmanın bir yararı olacağını düşünmüyorum artık.
*
Elimde bir silah vardı.
Size o gün parkta neler olduğunu tam olarak açıklayamam, ama elimde bir silah olduğunu ve o silahı nereye doğrultacağıma karar veremediğimi söyleyebilirim.
Neticede, yere saçılıp etrafta kırmızı gölcükler oluşturmamış olabilir, ama o gün çok kan döküldü.
*
O zamanlar..
29 Ocak 2011 Cumartesi
Gönderen fortunato zaman: 1/29/2011 04:14:00 ÖS 1 yorum
Bir Mahkûm
23 Ocak 2011 Pazar
" Ne demeye çalışıyorsun sen? Yani bu küçük kıza iyilik olsun diye mi tecavüz ettin, onu iyi bir amaç uğruna mı öldürdün? İnsan öldürmenin neresinin iyi olduğunu düşünüyorsun? "
" Efendim, o kız zaten ölüme çok yakındı, ben onun hayatına son vermeseydim daha da kötü bir şekilde ölecekti. Tek amacım onun acısız bir şekilde bu dünyadan ayrılmasını sağlamaktı. "
" Ne demeye çalışıyorsun seni adi, aşağılık çocuk katili... Şerefsiz sübyancı!!! "
" Lütfen bayım, sinirlerinize hakim olmaya çalışın. Acınızı anlıyorum; nihayetinde ben de bir babayım. Adaletin yerini bulması için elimden geleni yapacağım, lütfen... "
" Efendim, devam edebilir miyim? "
" Evet, evet, devam et, lafı dolandırmaktan da vazgeç. "
" Dediğim gibi onu öldürmemin tek nedeni onun iyiliğini düşünmemdir. Tecavüz suçlamasına gelince ben kimseye tecavüz etmedim. "
" Yalancı! Ne istedin küçücük kızımdan, ne... "
" Beyfendi, isterseniz duruşmaya kısa bir süreliğine ara verelim, renginiz çok kötü, bayılacak gibisiniz. "
" Hayır, efendim. Gerek yok buna. Kızımın katilinin cezalandırıldığını görmeden önce iyi olamam zaten. O yüzden tek istediğim bu duruşmanın bir an önce bitmesi ve suçlunun cezasını bulmasıdır. "
" Peki, o zaman, siz bilirsiniz. Sen devam edebilirsin. Tüm deliller ve doktor raporları kızın tecavüze uğradığını gösterirken; nasıl olup da aksini iddia edersin açıkla bize. "
" Efendim, ben o kıza tecavüz etmedim. Onunla birlikte oldum, ama bu kesinlikle tecavüz değildi. "
" Kızım baygındı aşağılık herif, küçücük, savunmasız... "
" Beyfendi, lütfen... Size gelince Bay Limquost, yasalarımıza göre, isteğinin dışında, bir kadınla birlikte olmak tecavüzdür, yasaktır ve cezası hapistir. "
" Kızın istemediğini nereden biliyorsunuz peki? "
" Bakın Bay Limquost, sabrımın sınırlarını zorluyorsunuz ve bu hiç de yararınıza değil. Ayrıca mahkemeyi gereksiz yere oyalamak ve zamanımızı harcamak da ayrı bir suçtur. Şimdi baygın bir kızla bilgisi dahilinde olmadan birlikte olmanın nasıl suç olmadığını açıklasanız ve savunmanızı bitirseniz iyi olur. "
" Kızın bakire olarak ölmesine izin mi vermeliydim yani? "
" Ne diyor bu adam, Hâkim Bey lütfen... Lanet olasıca herif! "
" Daha on beş yaşındaki bu kızın öleceğini de nereden çıkardınız? "
" Çünkü benle beraber olduktan sonra o da frengiye yakalandı. "
" Aman Tanrım, siz gerçekten de bir akıl hastasısınız bayım! "
" Küçük bir kızın frengiden ölmesini istemezdiniz değil mi? Hahhhaahha!!! "
" Herkes ayağa kalksın, kararımı açıklıyorum. Şu anda sanık sandalyesinde oturmakta olan Bay Limquost, küçük bir kıza tecavüz etmek, hastalık bulaştırmak ve cinayet suçlarından idama mahkûm edilmiş bulunmaktadır. İdamı bir saat sonra, yani bu öğle vakti gerçekleştirilecektir. Duruşma sona ermiştir. "
" Hahhahhha!!! Bayım, ben de frengiden ölmek istemezdim zaten... "
Gönderen fortunato zaman: 1/23/2011 10:32:00 ÖS 6 yorum
Mona Rosa
11 Ocak 2011 Salı
Şair Sezai Karakoç'un hakkında en çok konuşulan ve her yeni yorumla bambaşka bir boyut kazanan kurmaca bir hikayeye sahip şiiri Mona Rosa, hiç şüphesiz ki her ne amaçla yazılmış olursa olsun en etkileyici ve dokunaklı şiirlerden biridir. Ayrıca ben ne hikmetse ilk duyduğum andan beri bu şiire bir türlü alışamadım. Bu demek ki, her okuduğumda, daha önce farkında olmadan büyük bir kısmını ezberlemiş ve şimdilerde unutmuş olduğum halde, sanki daha önce hiç duymamış gibi aynı beğeniyle ve tazelikle okuyorum. Aynen öyle, aklıma geldikçe açıp okuyorum. Öyle her şiiri kolay kolay sevmem ve hatta Sezai Karakoç'un diğer şiirlerinde aynı doyuruculuğu bulamadığımı da itiraf edebilirim fakat gel gör ki Mona Rosa bambaşka...
Aslında Sezai Karakoç ile şiirin iskeletini oluşturan Muazzez Akkaya sahiden de Mülkiye'den tanışıyorlar, aynı sınıftalar ve herhalde şairin hislerinin yalanlanacak bir yanı yok. Ha, sahiden de şiir tam anlamıyla Muazzez'in üzerine kurulu, zira sırayla kıtaların ilk harflerini yan yana dizdiğimizde tahmin edin ne ile karşılaşıyoruz?!
Velhasıl, her yerde anlatılan hikaye şöyle ki; vakti zamanında oldukça çekingen(!) olan ve büyük aşkının itirafına rağmen reddedilen şairimiz aradan yıllar geçtikten ve Muazzez evlendikten sonra, okuldan mezuniyet törenleri esnasında kürsüye bir şiir okumak için davet edilir, bu davete hayır demeyen Karakoç halihazırda ezberinde olan Mona Rosa şiirini tüm dinleyenlerin büyülenmiş bakışları altında okur. Hatta hikaye burada bir abartı fırtınasına yakalanır ve kimi anlatıcı tarafından denir ki dinleyenlerin yoğun ısrarı üzerine şair şiiri üç defa tekrar okur. Ardından Muazzez koşarak kürsüye fırlar ve evvel zamanda reddettiği fakat bu derin şiirle şimdi gönlünü fethetmiş olan büyük şaire evet, der, evet kabul ediyorum. Ve Sezai Karakoç orada tokat gibi cevabıyla hayır der, artık ben kabul etmiyorum; ki bunun üzerine ertesi gün Muazzez'in intihar etmiş olduğu öğrenilir.
Muhtemelen bu hikaye okur kitlesinin geneline hitap eden ve peşinde pek çok yaşlı göz bırakabilecek türden trajik bir aşk hikayesi, fakat doğru değil... Bahsi geçen Muazzez Akkaya mezun olduktan sonra evlenmiş, üç çocuğu olmuş ve hiçbir zaman intihar etmemiştir. Bilmiyorum gerçekten bu mükemmel şiirden haberi oldu mu, olmadı mı; fakat haberi olmuş olsa da, olmasa da, Sezai Karakoç böylesine müthiş bir şiir yazdı ya, ben ona bakarım arkadaş!
Mona RosaMona Rosa, siyah güller, ak güller,Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.Kanadı kırık kuş merhamet ister;Ah, senin yüzünden kana batacak,Mona Rosa, siyah güller, ak güller!Ulur aya karşı kirli çakallar,Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.Mona Rosa, bugün bende bir hal var,Yağmur iğri iğri düşer toprağa,Ulur aya karşı kirli çakallar.Açma pencereni, perdeleri çek:Mona Rosa, seni görmemeliyim.Bir bakışın ölmem için yetecek;Anla Mona Rosa, ben öteliyim...Açma pencereni, perdeleri çek.Zaman çabuk çabuk geçiyor Mona;Saat on ikidir, söndü lambalar.Uyu da turnalar gelsin rüyana,Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;Zaman çabuk çabuk geçiyor Mona.Zeytin ağacının karanlığıdırElindeki elma ile başlayan...Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,Zeytin ağacının karanlığıdır.Ellerin, ellerin ve parmaklarınBir nar çiçeğini eziyor gibi...Ellerinden belli olur bir kadın,Denizin dibinde geziyor gibi,Ellerin, ellerin ve parmakların.Zambaklar en ıssız yerlerde açarVe vardır her vahşi çiçekte gurur.Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr,Işıksız ruhumu sallar da durur,Zambaklar en ıssız yerlerde açar.Akşamları gelir incir kuşları,Konarlar bahçemin incirlerine;Kiminin rengi ak, kiminin sarı.Ah, beni vursalar bir kuş yerine!Akşamları gelir incir kuşları...Ki ben, Mona Rosa, bulurum seniİncir kuşlarının bakışlarında.Hayatla doldurur bu boş yelkeniO masum bakışlar...su kenarındaKi ben, Mona Rosa, bulurum seni.Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa:Henüz dinlemedin benden türküler.Benim aşkım uymaz öyle her saza,En güzel şarkıyı bir kurşun söyler...Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.Artık inan bana muhacir kızı,Dinle ve kabul et itirafımı.Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızıAlev alev sardı her tarafımı,Artık inan bana muhacir kızı.Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.Bir gün gözlerimin ta içine bak:Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.Altın bilezikler, o korkulu ten,Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,Bir tüy ki, kapalı geceye, güne;Altın bilezikler o korkulu ten!
Mona Rosa, siyah güller, ak güller,Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.Kanadı kırık kuş merhamet ister;Ah, senin yüzünden kana batacak,Mona Rosa, siyah güller, ak güller!
Sezai Karakoç
Gönderen fortunato zaman: 1/11/2011 02:15:00 ÖÖ 0 yorum